21 Haziran 2010 Pazartesi

her yeni başlangıç bi son mu olucak ulan illa?

Üzgünüm sevgili okur, ihmal ettim seni. Beni de burda ihmal ediyorlar ama, aldırma. Evet, üçüncü haftama girmiş bulunmaktayım geçen sürede. Pazartesi sendromunu henüz atlatmakta olan vücudum, salının hazırlığının derdine düştü bile. Kaçırdım aklımı vücudumdan, koştum bişiler yazmaya, fena mı?

Kaldığımız yerden alalım. O ilk gecenin uykusu sabah 5 de jetlag in bana selamıyla kesildi malesef. Pörtlek gözlerle uyanıp, anlamaya çalıştım etrafı. Bilgisayarı açtım en tanıdık o var diye, başka tanıdık var mı ona bakmaya... Yoktu kimsecikler dünyanın öteki ucunda. Her ne kadar devam etmeye çalışsam da kaldığım yerden, bu sefer belimdeki sızı izin vermedi. Çarşafsız bir şekilde yatılan ilk gecenin ardında bıraktığı iz, bel ağrısı oldu anlıcağın sevgili okur. Yatak kırık diye bir işaret almıştım önceden, ama ciddiye almamıştım nedense.Tabi sonraları kırık yatağın bir üşengeçlik sanrısı olduğunu, kırılma denen şeyin aslında bir çıkmadan ibaret olduğunu anladım, zaman kendime yatağın altını açacak kadar güvenmeme müsaade ettiğinde elbet.. Güzelim pazar günü, ev arkadaşımın uyanmasını eblek eblek bekleyerek ve kayıp bavulumun elime ulaşmasını umarak geçti.

Microsoft'ta ilk gün, bünyedeki "noluyor lan?" korkusunu tetikledi. Saat 9:30 da başlıcak oryantasyona saat 8 de giderek mallıklardan mallık beğeniyordum ki, içten içe, aslında tek seferde Microsoft'u hiç bilmediğim ülkenin hiç bilmediğim kentinde, haritasız bulmanın gururunu yaşıyordum. Seattle da gördüğüm belirsiz sayıdaki şaşılardan biriyle muhabbet ettik bi süre. Gerçi o sordu ben söyledim, henüz soru sorucak kadar iyi bi İngilizcem yoktu, takdir edersiniz ki what time is it le, what is your favorite team? le olmuyo bu işler. Oryantasyon günü başladı. Ne yapıcağımız, bundan sonraki adımın ne olucağı tek tek belirtilmekteydi. Kader şu ki, 50 kişinin üzerindeki oryantasyon grubunda Amerika'lı olmayan tek kişi bendim, evet alnımda Niyazi yazmaktaydı. Millet s'up dude? gibi zenci muhabbetlerine girerken, benim iletişimim good, yes, no lardan ibaretti. Ortamdaki Stanford'lı MIT'li ve bilimum tabiri caizse t....lı(terbiyeli oldum şimdi) üniversiteli gençlerin arasında, yer yer sırıtarak, yer yer sempatik yüzümle kendimi belli ediyordum. Yıllar yılı gözümüzde büyütmüşüz, özünde hepsi çemçük, ben bunu gördüm arkadaş. Ananası beleş görünce hepsine saldıranı mı dersin, herkesin adını öğrenip kağıda yazanı mı dersin, sürekli başımızdaki HR la türlü diyalog içine girmeye çalışanı mı dersin; geçiceksin bunları arkadaş, Türkiye'de yapsa biri, rezil rüsva ederiz. Ellemedim, ellicek güvenim yoktu henüz :D Çoğunluğu gözlem olmakla birlikte ilk günün kayıt işlemlerini konferanslarını dinlemenin ardından, herkes kendi binasına gidicekti. Ama güzel şansım yaver gitmeye devam ediyodu, Ranjesh -ki kendisi mentörüm olur- beni almaya gelmiş. Arabasıyla binaya kadar götürdü. Koca binadaki tek stajyer de benim. Ona ne demeli?

Niyazi'nin maceraları sonraki yazılarda devam ediyor sevgili okur.. Üstelik her şey daha kolay şimdilerde.

2 yorum:

  1. Ananasa saldırmak insanlığın ortak paydası.

    uk.

    YanıtlaSil
  2. bi temmuz akşamı,muzlu kavşakta,denizi tanıyan balkondaki bir bardak tavşan kanı eşliğinde bir siğara tüttürmüşüz.hem güldük hem hüzünlendik.bir anne ,bir anne yarısı....anladıkki biz seni çooook özlüyoruz.yedi memleket öteside olsa,okyanuslar öteside olsa farketmiyor.biz hep özleyeceğiz seni.

    YanıtlaSil